Çok depresif bir dönemimdi. İngiltere’den gelmişim, eve kapanmışım. Kimseyi görmek istemem, kimseyle sosyalleşmek istemem. İntiharın acaba hangisi daha çabuk olur hesabındayım! Etrafımda bir arkadaşım ve ablam var. Tek sosyalleştiğim insanlar. Onlar da bayağı yeni çağ akımlarının hepsine sarmış durumdaydı. Bir süre sonra bir yere gidip gelmeye başladılar. Evde sürekli “İşte şöyle bir adam var… Şöyle anlattı, böyle anlattı  falan falan” muhabbet dönmeye başladı. Ben de bir kibirle “Ne var ki bu anlattıklarınızda? Yıllardır ben de böyle diyorum zaten. Beni dinlemiyorsunuz, elin adamını dinliyorsunuz” diye çıkışıyorum. En son dayanamadım bir toplantıya gittim. Ama bunun iki tarafı var. Biri mistik bir hikaye gibi anlatılan bölümü var. Kaza yapmıştım arabayla ve bir şekilde herkes hayatta herkes sağsalim. Gerçekten kötü bir gece ama herkes hayatta kalmanın mutluluğu ile kahkahalar içinde. Tam ertesi gün toplantı vardı. Ablam da son gittiği toplantıda meditasyon bölümünde birşeyler yaşamış. Usta da müdahale etmiş. Gelip anlattığında, Usta, “Yapmam gerekirdi yaptım” demiş. Biz de bundan bir anlam çıkaramamıştık. Kazayı yaptıktan birkaç gün sonra acaba Usta’nın müdahalesi bu muydu diye düşünmeye başladım. Yani belki de öyle düşünmek istedim o dönem. Mistik kısmı bu!

Diğer taraftan gerçekten merak ettim. Mantıklı konuşan bir adam var, benim söylediklerime paralel ya da üstü konuşan biri var. Görmem lazım. Merak ettim. Yani neymiş bu adam? Ben anlatırım kimse dinlemez, bu adam anlattığında ne değişiyor! (diyerekten egoya yüklenmeye devam etmekteyim tabii). Tamam dedim bu haftaki toplantıya ben de geleceğim.

Kalktım gittim!

Tabii ablamda bir sevinç sorma. Çiçek böcek modunda “Ustam kardeşimi getirdim” mutluluğuyla etekleri zil çalıyor. Usta da içerde uzun siyah cellabiyesini giyiyordu. Hangisi Usta diye bakıp seçmeye çalışırken bir tane dağ gibi bir adam gördüm. İlk tepkim “Aaaaaa bu mu! Bildiğin dağ gibi biri bu”! Beklediğimden de büyük biri!

Tam kapının eşiğinde ablam beni tanıştırdı ustayla, bu da kardeşim diye. Usta yalın bir şekilde elini uzatıp, gözlerimin içine baktı ve “Hmmmmmmmm!” dedi sadece. O an bende film koptu. O an bir şey oldu ama ne oldu şu an bile herhangi bir fikrim yok.

İçeri girdik, oturduk. Toplantı başlayacak. Herkeste bir heyecan falan. Bende bir merak acaba nedir bu heyecanın nedeni diye! Usta toplantıyı başlattı. O dönem çıplak ayakla katılıyordu usta toplantılara. Oturdu ve başladı anlatmaya. Gerçekten Usta’nın anlattıklarını dinledikçe, sürekli bir onay verme haline girdim. Ortaya koyduğu mantık ve argüman karşı konulamaz şekilde yalın ve netti! O an gerçekten kafa sesimi duyduğum ilk anlardır herhalde. Net olarak, “Evet bir kafa sesim varmış ve şu an konuşuyor ben de duyuyorum” dediğim an o andı.

Sonra meditasyon kısmı geldi. Usta, meditasyon nasıl yapılır tarifinden ziyade şimdi bir şey olacak rahat ol şeklinde bir telkinde bulundu.  İlk meditasyonda pek bir şey olmadı ama ikinci toplantının meditasyon bölümünde bir deneyim yaşadım. O zaman dedim ki, “Tamam. Ben bu yolun içindeyim. Bir şey oldu ve çok güzel oldu.!”

Mantıklı konuşmaları belki sadece konuşmaydı diye görmezden gelebilirdim ama o deneyimi yaşayınca, “Ben kesinlikle bu yolun içinde olmalıyım. Bir şey var ve çok gerçek” dedim.

Tabii ben yola çıkma kararını verip yola kendimi atınca, Usta da bunu gördü ve başladı benim yolculuğum. En çok sakladığın en net görünen şeydir kuralından hareketle o konuda beni köşeye sıkıştırmaya başladı. Bu köşeye sıkıştırma hem sözlü hem de sözsüz olarak bir süre devam etti. Sürekli ben de, “Açığa çıktım. Kaçıp saklanayım” modundayım.  Uzun süre kaçmanın yollarını aradım. Usta arada beni dürtmeye devam ediyor tabi. Ablam bir gün çok kötüydü. Usta’ya gitti. Görüşmelerinin sonunda ablama, “O Begüm artık gelsin!” dedi. Ben de bir iki kaçma çabasından sonra baktım ki kaçarak ne kurtuluş ne de huzur var. Kaçsam sorunlar olduğu gibi duruyor bir de Usta üstüne sıkıştırıyor. En iyisi git ne olacaksa olsun!

Gittim. Onun için gittim. Ağzımı açıp da ben bunun için geldim demedim. Ama Usta bilirdi, bildiğini de ben biliyordum. Gel seninle bir konuşalım dedi. Yürümeye başladık. “Gel seninle konuşalım” dediği kısmı hatırlıyorum, bir de arada birkaç paragraf, bir de son paragrafı hatırlıyorum. Onun dışında onca sürede ne konuşlu ve ne oldu da ben o kadar değiştim hiçbir fikrim yok. Sadece ayrılırkenki halimi çok net hatırlıyorum. Tüm o abuk subuk hallerimden çıkmıştım ve tamamen başka biri olmuştum.

Konuşmaya başlarkenki halim tamamen bezginlikti, “Hadi bakalım şimdi bir de Usta’ya anlat tüm bunları modundaydım. O kadar uzun süre içime gömülü tutmuştum ki sorunları, artık daha fazla saklamanın imkanı kalmamıştı ve Usta’ya kesinlikle bunu anlatmak durumundaydım.

Konuşma bittiğinde ise durum tam olarak şuydu. Bence çözülmez bir sorunum vardı ve o sorunu Usta ayaküstü çözmüştü. Ben kendimle ilgili bir “zan” halindeydim ve artık o halin ben olmadığını net bir şekilde görmüştüm. Bu kadar basit, bu kadar çabuk bir şekilde o sorunu nasıl bertaraf ettim, şu an bile hiçbir fikrim yok.

Netice olarak, Usta’yı tanımadan da aykırı bir tip olacaktım ama bunu çok aykırı bir şekilde ifade edecektim. Şimdi de çok toplum standartlarına uyan bir tip değilim ama kendimi sırf aykırılık olsun diye ifade etmiyorum. Kendimi olduğum gibi ifade ediyorum. Birilerine inat olsun, gıcık olsun, sırf yaptırım olsun diye kendi olmadığım bir şekilde davranmıyorum.  İşin özü davranışlarımı dış etkenler belirlemiyor artık. Ben belirliyorum!

Bu yazıyı okuyan ve bir şekilde Usta’ya temas etmek isteyen ya da bu yola çıkmayı düşünen birileri varsa onlara tavsiyem çok nettir: “Harekete geç! Beklemekle ve kaçmakla hiçbir şey olmuyor!”