Doğmuşum, hatırlamıyorum.
Doğduktan sonra hatırladıklarım hep insanlar. Beni sevdiler, sahiplendiler. Kızdılar, nefret ettiler, önemsediler, hor gördüler, övdüler, alkışladılar, küçümsediler hatta dövdüler kaç sefer.
İyi olmayı anlattılar bana hep. İyi bir öğrenci oldum. Öğrettikleri her şeyi en iyi şekilde öğrenmeye çalıştım her zaman. Önceleri yakama kurdele taktılar, sonrasında karneler, belgeler, plaketler… Her zaman için başarının belirlenmiş kıstasları vardı ve hep o kıstasların üzerinde olmam gerekiyordu. Çalıştım. Başardım.
İyi bir evlat oldum. Her ne kadar yaramaz olsam da, her çocuk biraz yaramaz olmalı aslında ya, büyüklerime saygılı, sevgi dolu, bağlı bir çocuk oldum.
İyi bir vatandaş olmayı öğrettiler bana. Karşıma çıkarılan her şeyin nedenini ve içeriğini benden daha iyi bilen birileri vardı her zaman. Bayrakların önünde saygı duymayı, resmigeçitlerde sıkılmamayı, devlet dairelerinde sıramı beklemeyi, hak verirken hak talep etmemeyi öğrendim. Birçok vatandaşlık hakkım vardı ama önce hak etmeliydim onları. Yöneticiler, öğretmenler, askerler; genel olarak çevremde olan çoğu insan, mutlak bir saygıyla ve edilgenlikle karşılarında durmam gereken insanlardı. Durdum.
İnanmam gereken şeyler vardı. Allah diye bir yaratıcı vardı ve anlaşılan çok kızgın biriydi. Sürekli beni gözetleyip yaptıklarımı bir yerlere yazan melekleri vardı ve ateşin türlü çeşidiyle diğer tarafta beni cezalandırmak için bekliyorlardı. Her ne kadar bilmediğim bir dilde anlamadığım bir şekilde bana anlatılmış olsa da, ayıp ve günahlar vardı dikkat etmem gereken. Aykırı düşünmek, sorgulamak, gülmek, konuşmak, içmek, sevişmek, eğlenmek, yemek, üretmek, üretmemek, her şey sıkı bir mekanizma içinde kontrol ediliyordu ve sınırları aşmak çok ama çok tehlikeliydi.
Para kazanmam gerekiyordu. Kazandım. Para kazanmanın kurallarını koyanlar kurallara hiç uymadılar ve benden her zaman çok daha fazla kazandılar. Ama olsun. Kravatlı resimlerim, güzel özgeçmişlerim, kredi kartlarım, maaş hesaplarım oldu. Şanslı azınlıktaydım.
İsyan ettim, kızdım, sövdüm, öfkelendim bütün bu insanlara, sisteme, Yaradan’a, neden ben dedim, niye böyle dedim, hiçbir şey olmadı. Mecburen devam ettim yaşamaya, buradaysam yaşamak gerekiyordu. Bırakıp gitmek olmazdı.
Sonra bir gün düştüm. Dağıldım. Kayboldum. Bu seferki isyanım o kadar büyüktü ki sığmadı içime, sığdıracak yer bulamadım. Çünkü bu sefer kendimeydi isyanım…
Sonra Usta geldi. Bana “Sen kimsin?” diye sordu. Bütün biriktirdiklerime, yaşadıklarıma ve sıfatlarıma rağmen kendime anlamlı gelecek tek bir cevap bulamadım.
Sonra teker teker bırakmaya başladım her şeyi. Bazılarını hemencecik, bazılarını bırakırken ellerim kanlar içinde kaldı, kim bilir neleri bırakamadım daha..
Yola çıktım. Yürüdüm…
Yol nedir, yolcu nedir, bu yol nereye gider soruları sözlerle anlatılamaz ve bu yüzden de bu bir akıl işi değil, yürek işidir. Çünkü yol, yolcunun belirlediği istikamettir ve kişinin kendisine gider aslında…
Usta o yoldan geçmiştir ve insanın kendisine varan her yol O’na ulaşır sonunda. Bu yüzden Usta kendini bildiği gibi seni de bilir ve yolda, sadece yolu bilen sana rehberlik edebilecektir.
Bana gelince…
Doğmuşum, hatırlamıyorum.
Sadece doğarken unuttuklarımı hatırlamak istiyorum.
Rahmân ve Rahîm olan O’nun adıyla.
İsim: Kelâm, Yaş: 3.5, Yer: Dünya