Adam, “Sessizlikte anlaşamayanların işidir konuşmak; ve içindeki sessizliği bastıramayanların dışa vurumudur yazmak” dedi yanında oturan genç adama… “Fakat şimdi senin anlayabilmen için konuşmamız lazım” diye ekledi.
Genç adam söylenenleri büyük bir dinginlik ve adap içinde dinliyordu… “Sevdiğimiz insanları serbest bırakmamız gerektiği konusunda söylediklerini anlamakta halâ zorlanıyorum. Eğe sevdiğim kişiyi serbest bırakırsam ne olacak? Ben yalnız kalmayacak ve mutsuz olmayacak mıyım?”
Adam evrenden derin bir nefes çekip kahvesinden düşünceli bir yudum aldıktan sonra bir süre delikanlının gözlerinin taa içine baktı… Ansızın yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi ve konuşmaya başladı:
“Söylediklerim hakkında tam olarak ne düşündüğünü ve ne hissettiğini biliyorum arkadaşım. Çoğu zaman sana söylediklerim anlaşılabilir olmuyor çünkü hemen hemen hepsi senin için yeni şeyler… Bu durumda soruna açıklık getirebilmek adına ben sana bir şey sorayım… Söyle bakalım, birini gerçekten sevdiğine senin için önemli olan senin mutluluğun mudur yoksa onun mutluluğu mu?”
Kendinden emin bir ses tonuyla, “Onun mutluluğu önemli tabii ki” dedi delikanlı.
“Güzeeellll” dedi adam.. “Çok güzel… Söyle bakalım o zaman sevdiğin kadın eğer senden ayrılırsa mutlu olacağını söylerse ne olacak?”
“Tabii ki böyle bir şeyin olmasını istemem… Onu bu kararından vazgeçirmek için elimden gelen her şeyi de yaparım” dedi delikanlı…
Adam, bilmiş hatta biraz da alaycı bir edayla, “Fakat az önce senin için önemli olan şeyin o kişinin mutluluğu olduğunu söylemiştin değil mi?” diye sordu delikanlıya ve genç adamın soruyu yanıtlamasına fırsat vermeden, “Şimdi anlayabiliyor musun? Bu durum senin “saf aşk”a sahip olup olmadığın konusunda hükme varabilmen için bir çeşit test olgusudur aslında. Eğer onu “ticari” bir şekilde seviyorsan, yani ondan beklentilerin varsa; ondan ayrılmak sana acı ve sıkıntı verecektir. Eğer onu gerçekten “saf aşk” düzeyinde seviyorsan onun gidip kalması senin için hiçbir şey ifade etmeyecektir. Sadece aşkın kendisi yüzünden onu sevmeye devam edersin. Onu görmene gerek yoktur, onunla bir şeyler paylaşmana gerek yoktur, öyle bir ihtiyaç hissetmezsin… Sadece onu tanımış olmak bile sana yetecektir.”
Delikanlı, başı önüne eğik, söylenenleri hazmetmeye çalışıyordu… Adam, delikanlıya merhametli bir bakış fırlattıktan sonra, “Söyle bakalım arkadaşım; ben sana “güzel bir ağaç” dediğimde ne anlarsın bundan?”
“Büyük bir ağaç, dallar ve yapraklar anlarım. Ayrıca yeşil yapraklar ve hemen hemen kahverengi bir ağaç gövdesini de ifade eder bana…”
“Hepsi bu mu?” diye sordu adam…
“Şey…” dedi delikanlı, “Kendimi biraz daha zorlarsam, güneş ışığını, kuşları, rüzgarı ve sonbaharı da çağrıştırır bana.”
“Bu söylediklerinin hepsi doğru” dedi adam, “Fakat, öyle bir şey var ki, o olmadan güzel bir ağaç olması mümkün değildir, hatta güzel olup olmamasının dışında ağacın mevcut olması mümkün değildir.”
“Neymiş o?” diye sordu delikanlı…
Adam dinginlikle, “Kökler arkadaşım… Kökler….” dedi… “Kökler olmadan ağaç da olmaz…”
Bir süre ikisi de sessizce oturup kahvelerini yudumladılar.. Bir süre sonra adam, delikanlıya, “Şimdi, bu ‘kök’ olgusunu al ağaç yerine değil de ‘aşk’ olgusuna uyarla” dedi.
Delikanlı bir süre düşündükten sonra kendinden emin olmayan bir ses tonuyla, “Yani, demek istiyorsun ki; güzel bir ağacı deneyimlerken, toprakla bağlantısını unutmadan yapraklarının güneşle raksını görmek lazım… Doğru mu anlamışım?”
Adam bir süre kımıldamadan oturdu ve hiç konuşmadı… Bir süre ufka doğru bir şeyler görmek istercesine baktı, baktı, baktı… Sonra evrenden derin bir nefes çekti…. Delikanlının yüzüne bakmadan, memnuniyet hissi uyandıran bir ses tonuyla dudaklarından kelimeler dökülüverdi:
“Aferin sana… İşte şimdi ‘saf aşk’ın ne olduğunu anlamaya başladın…”