Son dönemde dünyanın her neresinde olursanız olun her şeye krediyle sahip oluyorsunuz. Arabanız, eviniz, televizyonunuz, radyonuz vesaire her şey krediyle…
Bir şey alıyor ve bunu aydan aya ödeyerek sahip oluyorsunuz.
Genel bir baktığınızda bir çeşit kölelik sisteminin hüküm sürdüğünü görüyorsunuz tüm dünyada… Yıllar önce direk kölelik sistemini yaratmıştı insanoğlu. Bu yolla güçlü olan zayıf olanları topluyor onları evlerinden, yurtlarından söküp alıyor ve karın tokluğuna çalıştırıp onların sırtından geçim sağlıyordu. Köle çalışamayacak duruma gelene kadar bu böyleydi. Köle çalışamayacak duruma geldiğinde, eğer patron iyi biriyse ömrünün sonuna kadar “sözde ailesi” ile kalmasına izin verirdi, değilse yollarda ölüp gitmesi için köleyi azat ederdi.
Şimdi ne zaman insanlar “Tanrı’ya şükürler olsun o karanlık günler bitti, geride kaldı” deseler, böylesine aptalca bir açıklamaya gülmemek için kendimi zor tutuyorum.
Şimdi, “Krediyle yaşamakla kölelik arasında ne tür bir bağlantı var ki?” diye sorabilirsiniz.
Baylar ve bayanlar: Şunu açıkça söyleyebilirim ki, kölelik sona ermemiş sadece şekil değiştirmiştir. Önceleri tacirler vardı şimdi ise borçlar… Fakat sistem hemen hemen aynı. Son zamanlarda dünyada kurulan sistemde borçsuz yaşamak mümkün değil. Ve tüm borçlarınız sizin kendi hayatınızın kölesi olmanızı sağlıyor. Bir şeylere sahip olmanız gerekiyor, bu bir şeylere sahip olurken borçlanıyorsunuz ve bu borcu ödemek için tüm yaşamınızı ve gayretinizi buna adıyorsunuz…
Bu durumda hepiniz sadece bir başka Kunta Kinte ya da Nyo Boto’sunuz. *
Şu ana kadar anlattıklarım bu yazının bir bölümü… Diğer bölümü ise yaşamınıza ait kısım olacak.
Gördüğünüz gibi günlük yaşamınızı borçlar üzerine kuruyorsunuz ve her ay bu borçları ödemek adına kendi yaşamınızı hep ilerideki bir tarihe erteliyorsunuz. Bu durumda gelecek her zaman gelecek olarak kalıyor çünkü size hediye tadında sunulan hayatınızı bir şekilde ipotek altına almış bulunuyorsunuz.
Size bunu bir hikâyeyle anlatayım ki söylediklerim daha anlaşılır olsun:
Üç adam sohbet ederken konu şöyle bir soruya geldi: “Eğer doktor 6 ay ömrünüz kaldığını söylese ne yapardınız?”
İlk adam, “Sahip olduğum her şeyi satıp savar Las Vegas’a giderdim ve orada rulet, poker, kızlar filan diye günümü gün ederdim.”
İkinci adam, “Derhal bir dünya turuna çıkardım çünkü bilmediğim binlerce yer ve kültür var bunların hepsini 6 ay boyunca keşfederdim.”
Üçüncü adam, “ Derhal başka bir doktor bulur ve ilk doktorun teşhisinin yanlış olduğunu kanıtlamaya çalışırdım. Bu teşhisin yanlış olduğunu kanıtlayana kadar doktor doktor dolaşırdım.”
İşte bu, yaşadığınız hayatı kaçırmanızla ilgili gerçekten çok güzel bir hikâye.
Nedenini biliyor musunuz?
Çünkü zaman geldiğinde ve siz ölümle yüzleşme haline girdiğinizde zaten hayattan hiçbir tat alamayacaksınız. Sahip olduğunuz bu mantıkla, geride kalan birkaç ayınızdan nasıl keyif alabilirsiniz ki? Her ne yaparsanız yapın ölüm sizinle beraber olacak ve bu durumda hayattan zevk almanız imkânsız hale gelecek.
Yukarıda söylediğim gibi, bir çeşit kredili bir hayat yaşıyorsunuz ve her şeyi geleceğe erteliyorsunuz… Kesin bir gerçeği unutarak: Gelecek her zaman gelecek olarak kalacaktır.
Bunun üzerinde biraz düşünmenizi tavsiye ederim.
* Alex Halley’in Kökler kitabından iki karakter.